Yumruklar havaya...

28 Kasım 2008 Cuma

Futbol ve düşmanlık

20 Kasım 2008 Perşembe

İşin özü ikisi de bir birine zıt ifadelerdir.
Oysa spor en ilkel saldırgan tutumu bertaraf edebilmenin yolu değilmiydi?
Peki günümüzde bulaşıcı bir hastalık gibi yayılan bu holigan anlayış ne ister ?
Oyunu görmez, onun asıl derdi rakip takım taraftarlarının bulunduğu tribünlerdir. Orayı adeta bir savaş alanı olarak görür. Rakip takım taraftarlarının varlığı bile onun için kabul edilemezdir. Hiçbir zaman yalnız değildir. Vurucu kırıcı her türlü teçhizata sahiptir. Tuttuğu takıma her koşulda bağlı olduğunu haykıran bir holigan için asıl önemli olan rakip taraftarlarla kavga etmek ve etrafı kırıp dökmektir. Sıradan bir holiganın en ürkütücü yanı ise, bir maçın kazanılması için her yolu meşru görebilmesidir.
Futboldan sadece görsel bir zevk değil, aynı zamanda psikolojik bir tatmin de bekler. Kendisini takımın bir parçası olarak görür. Taraftar psikolojisi çok farklı bir ruh dünyası yaratmaktadır. Bunun sosyal yaşamdaki bazı başarısızlıklarla da ilgisi vardır. Gündelik hayatta başarısız olan birey, toplum içinde kendisine sağlayamadığı statüyü tribünde bağırarak tesis etmeye çalışır.
Araştırmalarda 1950’lerden günümüze “futbol fanatizmi” diye tanımlanan holiganizmin yükselişinin nedenleri şu şekilde sıralanıyor:
1- İşçi sınıfının “kaba” ve “saygın” diye tanımlanan kesimlerinin hem kendi içinde hem de karşılıklı ilişkilerinde görülen yapısal değişimler.
2- Gençlere yönelik “boş zaman pazarı”nın yükselişi.
3- Genç taraftar gruplarının yurt içi ve yurt dışı maçlarına gitme talep ve imkanlarındaki artış.
4- Futbolun yapısal boyutunda ve kulüp – taraftar ilişkilerinde meydana gelen değişiklikler.
5- Kitle iletişim araçlarının yapı ve işleyişindeki hızlı değişim.
6- Tabloid basının yükselişi.
7- Gençlere yönelik işgücü pazarının gerçek anlamda çöküşü.


Futbol fanatizminde şiddeti tetikleyen başlıca unsurlar şöyle sıralanıyor:

1- Gazetelerdeki kışkırtıcı haberler
2- Gazeteci ve Kameramanların tutumu
3- Aşırı alkol kullanımı
4- Tahrik
5- Taraftarları etkileyen bazı politik gruplar
6- Polisin taraftarlara yönelik sert tutumu
7- Bilet satış ve dağıtımının yarattığı sorunlar
8- Statlardaki düzensiz ve eşitsiz yerleşimin yarattığı sorunlar.
Düşmanlıkların son bulması için yapılan spor karşılaşmalarının geldiği son durum maalesef bu.
Evet, biz Resmi Kurumların almış olduğu karar sonucu, Bursa maçına gitmedik bir diğer ifadeyle gidemedik.
Ya gitseydik…
Olabilecekleri tahmin etmek zor olmasa gerek bu nedenle böyle bir karar çıkmış.
Esasında iyide olmuş diyebiliriz.
Ancak; çözüm mü ? Nereye kadar, düşmanlık sürecek.
Bursaspor’un taraftar grubu Teksas’lı kardeşlerimiz henüz bazı şeylerin farkında değil herhalde.
Yapabildikleri; A.Gücü taraftarlarıyla birlikte hareket ederek bir nevi gençliğin verdiği heyecanla macera yaşamaya çalışmak.
Halbuki Beşiktaş camiası dünyanın dört bir yanında bilinen, geçmişte yaptıkları gıpta izlenen büyük bir güce sahiptir.
Bizim durgunluğumuz kimseyi aldatmasın, altında yatan nedenleri ancak bu kavgaları yaşayanlar bilir.
Şu anda bizim gençliğimizin de kanı kıpır kıpır her an bir şeyler yapmaya yaşatmaya müsait olmasına karşın bu arkadaşları devamlı sakin olmaya davet ediyoruz.
Gençlerimiz sadece İstanbul da değil;
Trabzon, Antalya, İzmir, Van, Bursa ve Ankara dahil Ülkemizin her tarafında ve diğer Ülkeler de her şeyi yakından takip ederek tepki gösteriyor.
Yani, bir iki kente sıkışmış bir camia değiliz.
Nereye kadar zapt-edebiliriz doğrusu kimse bilemiyor.
Ola ki; bir olay meydana geldi, hangi taraftan olursa olsun bir kişinin zarar görmesi bizi üzer.
Bursaspor’lu yada Ankaragüç’lü bir kardeşimizin burnunun kanaması beni de yaralar.
Bizler sorumluluk sahibi insanlarız, ağzımızdan çıkacak kelimeleri dikkatli sarf etmek zorundayız.
Herhangi bir şekilde zarar gören bir gencin anne yada babasına ne diyeceğiz arkadaşlar, gözyaşı sadece gözlerden akan tuzlu sudan ibaret değildir, ateş düştüğü yeri yakar.
En yakınımızda duran sonuç ortada; Karşıyaka’lı kardeşimizi ne uğruna kaybettik.
Aksini düşünen varsa; bunun hesabını hem bu dünyada hem de öbür dünyada nasıl vereceğini iyi hesaplamalı; çünkü karşılıksız kalmayacağı aşikardır.

Gelin; Dostluk ve Barış elini uzatalım, kırgınlıkları tartışmaları bir kenara bırakalım. Suçlu aramaktan vazgeçelim.

Hiçbir ana-baba gözyaşı dökmesin.
Yılmaz YILGIN

Halkın Takımı kime denir?

9 Kasım 2008 Pazar

Futbol denilen oyunun olmazsa olmazları vardır.
İşin “fut” kısmı için ayakları olan oyuncular…
“Bol” kısmı için bir top ve
İcrası için de saha…
Sonrası ise işin kalitesi, görselliği ve rahatlığı açılarından eklenen unsurlardır. Antrenör, formalar, özel ayakkabılar, çim sahalar, kurallar, hakem, sağlıkçılar, masörler vd….

Tüm bu toplam, amatörlük sözkonusu olduğu sürece güzel güzel maç yapabilmek, bir rekabet duygusu ve zevk unsurunu ön plana çıkarabilmek için gerekliliklerdir ama benim için hiçbir anlamı yok şu an için. Ben kim miyim? Cebinde parası, hem de bol parası olan ve paramı bu işe yatırarak para kazanabilir miyim diye düşünen bir ademoğluyum. Duruma bakıyorum ve düşünüyorum;

“Bu zevkli bir işe benziyor. Rekabet ateşi biraz üflenirse sıradan insanları ısıtarak bu işe harcama yapmaları sağlanabilme potansiyeli mevcut. Sıradan insanların kendilerini asgari ölçülerde ait hissettikleri gruplara (mahalle, köy, semt; hatta şehir ve hatta ülke; Bulunur daha ararsak. Mesela sosyal sınıf, ırk, mezhep, din… Ohhooooo bu iş tamam) ait bir takım oluşturabilir ve benzerleriyle rekabete sokabilirsek bu harcamaları yönlendirebilir miyiz? Yönlendirebiliriz anasını satayım. Hadi bakalım Bismillah…” Deyip işe dalıyorum. Kendim gibi paralı vatandaşlarla bu işi şimdi bildiğimiz hale getiriyoruz elbirliğiyle.

Bu işin heryerine para yatırıp heryerinden para kazanıyoruz şimdi. Bu proje sıradan bir saadet zinciri olmadığına göre bizim paralar nereye gidiyor ve gelen paralar nereden geliyor peki?
Oyuncusu, antrenörü, sağlıkçısı, masörü, bilet satanı, saha işleteni, devleti, belediyesi, topu formayı imal edeni, reklam vereni, reklam alanı, inşaatçısı, reklamcısı, gazetecisi, televizyoncusu… kısacası işe biryerinden bulaşan herkes para yatırıp para kazanıyor bu işten de bu karları ödeyen kim yahu? Yani bu değirmen dönüyor da su nereden geliyor?

Baştan ne dedik? Futbolun olmazsa olmazları vardır dedik. Bunları en önemlilerinden başlayıp aşağı doğru sıralarken taraftardan hiç sözetmedik. Etmedik çünkü bir futbol maçının gerçekleşebilmesi için en gerek duyulmayan unsur seyirci ya da taraftardır. Onlar olmasa da bu maç oynanır mı? Oynanır. Peki o halde; çıkaralım taraftarı bu çarktan bakalım neler oluyor.

Bu işin doğasında olmasına gerek duyulmadığı halde endüstrileştikten, yani basit bir oyunu para basan bir değirmene çevirdikten sonra, o değirmenin dönebilmesi için temel enerji kaynağı haline getirilen milyonlarca futbol seyirci-taraftarı bu endüstrinin asıl hammadde madenidir. Bu işin en temel unsuru olmasına karşın bu işe karşılıksız para yatıran tek tarafıdır. Desteklediği takım ya da kulübün büyüklüğünü niceliğiyle direk olarak belirleyendir. Futbol endüstrisinin üretimini satın alandır. Tüm bu alışveriş hangi motivasyonla gerçekleşmektedir peki? Tüm bu milyonlar cebindeki parayı ne karşılığında bu işe harcamaya ikna edilebilmişlerdir? Bunlara bakalım.

Rekabet duygusundan sözetmiştik. Rekabet eyleminin bir tarafı kazanmak diğer tarafı kaybetmek üzerine kurulmuştur ama tüm bu kazanç ve kayıplar geçicidir. Bir kez kazananın sonrakinde yitirme aynı şekilde yitirenin de sonrakini kazanma ihtimali bu rekabet duygusunu canlı tutan dinamiklerdir, yani süreklilik unsuru. Bu rekabeti yaratmanın yolu da kitlelerin aidiyet duygularını beslemek, onların ait oldukları bölge, sosyal katman, ırk, din ya da mezhep gibi alanlarda savaş bayrağını sallamaktan geçer. Böylelikle sürekli çağlayan sular bu çarkı kesintisiz döndürmeye devam edecek ve futbol endüstrisi üretmeye ve yatırımcılarına kazandırmaya devam edebilecektir.

Bu kadar çene yaptıktan sonra ortaya çıkan somut durumun somut bir analizini yaparsak ne görüyoruz ona bakalım da bitirelim.

Madem ki bu basit oyunu bizleri kullanarak bu hale getirdiniz o halde üretim araçlarının mülkiyeti konusunda yüzlerce yıldır süren sınıf savaşında da yeni bir cephe açmış sayılırsınız.

Bu gerçeği “Hiç kimse falanca takımdan büyük değildir… taraftar işine bakacak… Yöneticileri genel kurul seçer siz karışmayın… Şu istifa, bu istifa gibi söylemlerde bulunmaya hakkınız yoktur vb…” türünden gevezeliklerle gizleyemezsiniz; Bu mızrak bu çuvala sığmaz. Her kulüp artık arkasındaki taraftarın niceliği kadar büyük niteliği kadar da güçlüdür. Bu güç elbetteki hıyar gibi söğüşlenmeye gün gelecek itirazını edecektir. Kurduğunuz üretim çarklarınızı elegeçirme ya da başınıza geçirme mücadelesi onun genetiğinde yazılıdır. Bütün takımlar işin en başında halkın takımıdır. Arkalarındaki halk müşteri olmaya karar verdiğinde ise artık bu mücadelenin içerisinden çekilip saf değiştirmiş ve mevcut üretim-tüketim sürecinin yiyeni durumuna gelmiştir. Artık sahiplerinden istediği tek şey kıçının rahatlığı, kendisine sunulan hizmetin kalitesinin artmasından ibaret olup verebileceği maksimum mücadele ise bu yolda mızmızlanmak ve sitem etmeyi aşmaz. Kendisi sınıfsal niteliklerinden sıyrılarak endüstriyel bir dişli olmaya karar verenlerin takımları artık kaybedilmiş cephelerdir. Bırakalım kendi aralarında yiyip içsinler, beslenip semirsinler. Onlar artık takımlarından büyük olmak bir yana, onun hormonlu büyümesine hizmet eden sun’i gübreden başka bir nitelik taşımazlar.

Aidiyetlerinin tüm varlığına ve değerlerine sahip çıkmaya karar verip, ne durumda olduklarına değil ne olmaları gerektiğinin farkında olan, savaşını bu yönde örgütleyenler için ise mücadele hiç bitmez. Bir yandan bu çarkın içerisinde yer alarak onu döndürmeye devam ederken öte yandan da işleyen sistemi ele geçirme hakkını kendinde görerek mücadelesini “Kesintisiz” olarak sürdüren, öz niteliklerini asla yitirmemiş bu kitlelere halk, bu kitlelerin takımlarına ise halen ne durumda olursa olsun Halkın Takımı denir.

 
Hakan Kirezci - Templates para novo blogger