Bahattin Baba Filistin direnişinde

30 Aralık 2008 Salı

İade ediyoruz!..

29 Aralık 2008 Pazartesi

Muse...(Halkın Takımı Dergi 4. sayıdan)

22 Aralık 2008 Pazartesi

Güzel sanatların dokuz perisinden birinin adıdır Muse… Namı-diğer ilham perisi.

Müze kelimesi batı dillerine buradan gelmiştir. Sanatçıların en çok ihtiyaç duydukları ilhamı, Türkçesi esini taşımakla görevlidir Muse. Hepsine yetişemez elbette; bazen geç kalır, bazen ise hiç gelmez. Yaratma sürecinde çekilen doğum sancılarının sebebi işte hep bu geç kalmalardır. Bir kez geldimiydi ise ellemeyin gisin artık. Ortaya çıkan eserlere çoğu zaman sanatçının kendi bile şaşar.

Muse sadece yetişemediğinden değil bazen de bilerek gelmez. Bunun sebebi taşıyacağı ilhamın beslenip büyüyeceği bir kaynak bulamamasıdır. Öyle ya, al şu ilhamı ne yaparsan yapla olmuyor işler. Bir kaynağa ihtiyaç vardır; esin kaynağına. Öyle ki o kaynaktan gelip oradan beslenip büyüyecektir sanat eseri yoksa ölü doğum olur ki örnekleri fazla aramaya gerek yok; mezarlığın üzerinde oturuyor insanlık.

Bir de ilham kaynağının niteliği önemlidir tabii. Bir sanatçının hedef olarak seçtiği kaynak kendinden beslenen sanatçının yaratacağı eser üzerinde son derece belirleyicidir.

Bunca lafı neden ettim? Anlatayım;
Bu şarkıcı-besteci taifesinin bir merakı vardı bir zamanlar, belki hala vardır bilmiyorum. İsterler ki bir şarkıları futbol stadyumlarının tribünlerinde taraftarın ağzında slogan olsun. Ajda Pekkan’ın meşhuur “dert ortağım benim, biricik sevgilim, söyle senden başka kimim var benim” şarkısı artık tribün klasiği sayılır. Bir başka klasik de rahmetli Yıldırım Gürses’in “son mektup” şarkısıdır; hani, “Beşiktaş’ım, sen çok yaşa, canım feda olsun sana” diye söylediğimiz şarkı. Türküler de çoktur böyle klasikleşen. En önemlileri olarak “fincanı taştan oyarlar…” diye başlayıp gideni veya “Dere geliyor dere yalelel yaalelel…” in modifiye edilmişi sayılabilir. “Neslin deden, ceddin baban…” diye başlayan mehter marşı da tribünlerde pek bir mutena yere yerleşmiş ve halen de orada durmaktadır. Böyle saymaya kalksak çook bulunur da aklıma gelenler ilk ağızda bunlar.

Fenerbahçe’li sanatçılar ise nedendir bilinmez hep yabancı kültürlerden esinlenirler bu iş için. En tutulan marşları “Yaşa Fenerbahçe” bir İspanyol şarkısıdır. “Il Viva Espana”… Yüzüncü yılarında ise Kıraç nam bir vatandaş, her ne hikmetse, aklında kaldığı kadarıyla Mikis Theodorakis’in ölümsüz 1 Mayıs marşını allayıp pullayıp salıvrmiştir Saracoğlu’nun tribünlerine dipten dipten; domates sular gibi. E tutmuş da iyi mi?... Hayırlı olsun.

Kayahan namıyla maruf bir besteci-şarkıcı var bilirsiniz. İyi kötü birşeyler beceremiş yetenekli bir bestecidir diyebilirim kendimce; ben sevmem ama inkar da etmem iyi işleri. Bu arkadaş da andığımız sebeplerden dolayı hem de tam, sıkı taraftarı olduğu Galatasaray’ın bir şampiyonluğunun ardından bir şarkısını piyasaya sürüverdi. “Bir-ki-üç-dört- eller şampiyon maaşallah…” gibi birşeydi. Amaç belli artık. Galatasaray tribünleri de kendisini yanıltmayıp bu ilginç şarkıyı dillerine dolayıverdiler hemen. İlham Kaynağı Galatasaray olunca ortaya çıkan şarkı işte böyle bir şey. (Erol Evgin’le ilgisi yok bu dediğimin)

Aynı Kayahan gazı aldı ya, bu kez ertesi seneyi gözlemeye başladı hemen. Tesadüfe bakındı hele… O sene de bizim yani Beşiktaş’ımızın yüzüncü yılıydı. Üstüne üstlük Beşiktaş bir de şampiyon olmasın mı? (olsun tabii yav). Bu yeni kaynaktan ilhamını alan Kayahan kardeş yapıveriyor bestesini; “Bizimkisi bir aşk hikayesi, siyah-beyaz film gibi biraz…”

* * *

Dediğim gibi Muse görevini yapar ve sanatçının ihtiyaç duyduğu ilhamı ona getirir ama önemli olan o ilhamın kaynağıdır dedik. Buyurun, bu iki şarkı arasındaki farklara göre kararı kendiniz verin şunlardan hangisi daha önemlidir. Söyleyen miii, söyleten mi?…

Bahattin Baba sahaya... Üçlü çektir kartala...

5 Aralık 2008 Cuma

Atkılarımızla tribüne...




 
Hakan Kirezci - Templates para novo blogger