Halkın Takımı Dergi 6. Sayı çıktı

14 Mart 2009 Cumartesi



BİZDEN

Merhaba dostlar…
Elinizde tuttuğunuz bu sayımızla birlikte birinci yılımızı sağ salim doldurmuş bulunmaktayız.

Başlarken hayal ettiklerimizin ne kadarını gerçekleştirebildik, Varmayı düşlediğimiz, olmayı istediğimiz noktaya hangi mesafedeyiz sorularının yanısıra daha doyurucu bir içerik için ikinci yılımızda neler yapabilirizin de sorgulamasını sürdürüyoruz. Hepimiz yabancısı olduğumuz bir konuyu sırtlandığımızın farkındaydık ancak zamanla Beşiktaş taraftarının yaratıcılığı söyleminin bir efsane değil hayatın ta kendisi kadar çıplak bir gerçek olduğuna şahit olduk. Artık önümüzdeki yıla daha güvenle bakıyoruz. Taşlar oturacak ve barikatın en canalıcı yerinde direnişini daha sağlam sürdürecek; bunu iyi biliyoruz artık.

Bu ay kapağımızda hakemlerin bağımsızlığına (ya da bağımlılığına) dair bir vurguya yer vermeyi uygun bulduk; temennilerimizi de ekleyerek. Bir kez daha onur ve haysiyet gibi kadim değerlerin hakemlerimizin manevi bilançolarındaki özsermayeleri olması geretiğine dair inancımızı ve iddiamızı tekrar ediyoruz. Konuyu Şafak Batman işleyip sunuyor.

Amiral gemimiz olan Halkın Takımı sitemizin forumu bünyesinde oluşturulan Siyah ve Beyaz gruplaşmasının tarafları siyahlıklarını ve beyazlıklarını nedenleriyle anlattılar. Bundan sonra kartalın bu iki kanadının her çırpışının dergimiz sayfalarında bıraktığı izleri bulabileceksiniz.

Siyah Grup Ümit Bayezit’le 19.03.1903 tarihli doğum günümüzü kısa bir tarihçeyle anarken Beyaz Grup ise bu sayıdaki röportaj görevini üstlenmelerini fırsat bilerek Yumurtakafa Yılmaz ağabeylerini söyleşi yapma bahanesiyle sıkıştırmışlar transfer bombası patlatmaya çalışıyorlar. Çabalarından ne sonuç aldılar göreceğiz ama söyleşileri doyurucu ve eğlenceli olmuş;kendilerini kutlarız. Siyah grup önümüzdeki sayıda ne misilleme yapacak merakla bekliyeceğiz artık.

Yumurtakafa Yılmaz’ın ise Beşiktaş taraftarınca ezberleri iyice bozulanlara bir çift lafı var. Bu kez yine direk vurmuş Yılmaz Yılgın ama top rakibe çok fena çarptığı için gol nizamidir.

Eskişehir Halkın Takımını tek başına örgütleyen Deniz Güllü Akkuş o hızla futbol genelinde, tribün özelinde kadının durumu üzerine itiraz ve iddialarını sunuyor. Dişi kartallarımızın sesini daha çok duymak isteğimizi de bu vesileyle araya sıkıştırarak kendisine bu konuda da yapmış olduğu öncülükten dolayı teşekkür ediyoruz.

İlk sayılarımızda İsveç’ten, İngiltere’den seslenip sonra susan gurbetteki kartallarımız bu kez Fransa dolaylarından Ercan Kartal’la sesleniyor. Bir Beşiktaş’lı yiğit gurbete düşse görelim bakalım başına neler gelirmiş.

1996 yılında yitirdiğimiz bir Beşiktaş’lı ozan kardeşimiz Levent İşbilen’in hayata dair duyarlı dokunuşlarını Beşiktaşlı tüm kardeşlerimizle paylaşmaya başlıyoruz. Ölümlünün Güncesinden dökülen satırları Levent’in anısına ithaf ediyoruz.

Utkan Çalışkan ara verdiği civanmert yazılarına kaldığı yerden devam ediyor. Konusu ise ortak bir duygu; Aşk.

Bunların dışında tutkulu taraftar ve müşteri taraftar arasında sıkışan futbol baronlarının bu açmazlarını Hakan Kirezci ele alıp sergiliyor. Gökhan Gürgan ise takımımızın son iki aylık performans grafiğini kendine özgü üslubuyla bir güzel analiz edip asmış.

Halkın Takımı sınıfının en çalışkan, en devamlılığı olan öğrencilerinden Cem Özel atölyesinde, Aykut İlker Mete hocamız satranç tablasının başında, Bahattin Baba ise arka kapak içinde çalışmalarını kaldıkları yerden aralıksız sürdürüyorlar.

Mayıs başındaki yeni yaşımızın ilk sayısında buluşmak üzere…




İletişim adresi: halkintakimidergisi@hotmail.com

BLOG: http://halkintakimidergisi.blogspot.com/

14 Şubat 2009 Cumartesi


İZLEYİN

Halkın Takımı Dergisi 5. sayı çıktı

13 Ocak 2009 Salı

Her siyahın beyaza bir kıyısı vardır,
her beyaz siyaha gömülü bir inci...
O inci ki gözüdür kapkara bir kartalın,
vampirlerin mavi karanlığına sıkılmış
son barikatın sözüdür...
Bizim sözümüz,
özümüzdür...

Globalizmin ideolojisi hristiyanlık mı?

Michel Foucalt’un yazılarında sık sık kullandığı bir açıklamayı ben de burada kullanmak istiyorum. Bazı konulardaki düşüncelerini Foucault, henüz düşünme sürecini tamamlamasa bile yayımlamaktan çekinmiyor ama bu ön açıklamayla. Yani diyor ki “ben bu konuyu bu eksende yürütmeye başladım ama henüz üzerinde kesin bir kanaatim oluşmuş değildir. Gözden kaçırdığım açıkların olması muhtemeldir ve bu açıklarda farklı zihinlerin müdahalesi ve tartışmaya katılmasıyla kapanıp belki de yeni bir çığırda akışını sürdürecektir”

Bu ön açıklamadan sonra ve bazı alıntıların da desteğiyle yürüttüğüm bir akılı sizlerle paylaşmak istedim.

“Batı cenahında yükselenin ‘iman değil, kimlik arayışlarının dinî kanadı olarak mütalâa edilmesi gerektiği şeklinde bir görüş ortaya çıkıyor. Bir örnekle açıklamak gerekirse, bu, Hazreti İsa'nın Allah'ın oğlu olduğuna iman etmemekle birlikte, Hıristiyan kimliğine diğer başka saiklerle sahip çıkmak gerektiğini düşünenlerin birlikteliği olarak tezahür ediyor.” (Alev Alatlı)

Geçmişinde Pagan kavimleri olarak bu düzlemde bir birliktelikleri olan Avrupa kavimlerinin hristiyanlığa bir nevi zorlanmalarıyla bu birlikteliklerini kaybettiklerini görüyoruz.
Günümüz Fransızlarının aslî kavmi sayılan “Franklar”la Allemanni İsa’dan sonra 496 yılında nihai bir muharebede kapışıyorlar. Allemanni yeniliyor, Avrupa hakimiyeti Franklara geçiyor. 496 yılındaki bu savaş modern Avrupa’nın oluşumunda mihenk taşı sayılıyor. Batı Avrupa’ya yeni bir yüz kazandıracak süreçi başlattığı söyleniyor.

Bu yeni yüz, Hıristiyanlıktır. Pagan Avrupa 496’dan itibaren Hıristiyanlaşıyor. Eski Çağdan, Orta Çağ’a geçiyor.

Yine Alev Alatlı’nın AVRUPA KÖKLER, EFSANELER, İNANÇLAR isimli çalışmasından çalıp çırpmaya devam edelim;

“Franklar ile Allemanni, M.S. 496 yılında nihai bir muharebede kapışıyorlar. Frankların başında ünlü Kralları Clovis var. Allemanni, Frank kralı Clovis (ya da Chlodvig’in) karşısında dayanamıyor ve Allemanni’ler Frankların egemenliği altına giriyorlar.
Allemanni’yi yenen Frank kralı Clovis de bir pagan. Ama eşi bir Katolik. Kral Clovis’i ‘doğru din’ dediği Katolikliğe döndürmek için elinden geleni yapıyor. Hocalar tutuyor, papazlara vaazlar verdiriyor, görkemli ayinler, şölenler düzenliyor olmuyor. Kilisesini baştan başa süslüyor, yine olmuyor. Kıral Clovis’i Asatru inancından bir türlü vazgeçiremiyor.

Meğer Clovis’in inadının asıl nedeni hıristiyanlığı bir tür alışverişe benzetiyor olmasıymış. ‘Hıristiyanlar günah işler, sonra da bir kaç dua okuyup, bağışlanırlar, benim aklım da bunu almaz’ demekteymiş. ‘Hıristiyanlar tanrıları ile pazarlık yaparlar, sen bana bunu yaparsan ben de sana şunu yaparım diye pazarlığa girerler ki, benim aklım bunu da almaz’ buyururmuş. Böylece, uzun yıllar direniyor.

Ne ki, bu arada Allemanni ile de kapışmaktadır. 469’da zaferi ile sonunçlanan o nihai Frank-Allemanni muharebesinden on yıl önceki bir savaşta fena halde yenilmiş olduğu aklından çıkmıyor. Bu son muharebede de, bir nokta geliyor, Kral Clovis askerlerinin kaçmaya başladığını görüyor. İşte bu noktada ‘kendisine eski zaferlerini bağışlayan pagan tanrılarını terkediyor.’ Bu sözcükler aynen böyle. ‘Tours’lu Gregori’ isimli bir vakanüvis aynen böyle yazıyor ‘Frank kralı Clovis, kendisine eski zaferlerini bağışlayan pagan tanrılarını terkediyor’ ve İsa Mesih’ten yardım istiyor: ‘Ey, İsa Mesih, karım Chrodechilde senin yaşayan bir Tanrı’nın oğlu olduğunu söylüyor. Senden düşmanlarımı yenmemi sağlamanı rica ediyorum.
Sen bana bu iyiliği yaparsan, ben de sana iman eder, vaftiz olurum’ diyor. Görüldüğü gibi, hıristiyanların karşı çıktığı yöntemlerini iyi öğrenmiş. Nitekim, “O bu sözleri söyler söylemez, bu defa Allemanni kaçmaya başlıyor” – diye anlatıyor, vakanüvis Gregori. Almanların kaçtığını gören Clovis, andına sadık kalıyor ve Rheims piskoposu tarafından Ortodoks hıristiyan olarak oracıkta vaftiz ediliyor.
Clovis’in pagan Asatru dininden hıristiyanlığa dönüşü Avrupa’nın Eski Çağdan, Orta Çağ’a geçtiği tarih sayılıyor.

Allemanni kaviminin Franklara yenilgisinin Batı Avrupa’ya yeni bir yüz kazandıracak oluşumu başlatması böyle ilginç bir pazarlığın sonucuymuş.”

Bu şekilde iyice ayrışan Pagan Avrupa kavimlerinin 2000 yılı devirdikten sonra tekrar biraraya gelme çabalarını çağın koşullarına göre uydurdukları yeni bir projede gözlemliyoruz. Nedir proje derseniz elbette Avrupa Birliği Projesi. Projenin anne ve babası ise Franklar ve Allemani. (Fransa-Almanya). İnançlar birliğinin (Paganizm) başka bir inancın yüklenmesiyle devrilmesi ve tekrar ayağa kaldırılmasının temel motoru elbette ki bu yeni inanç (Hristiyanlık) olması doğaldır diye düşünüyorum. Bu düşüncemi ise zaten birliğin kasası konumundaki Allemani Şansölyesi Merkel Hanımefendi ve lideri olduğu Hristiyan Demokratlar birliği, AB nin bir hristiyanlar birliği olduğu ve diğer medeniyetlerin (ki burada kastedilen müslümanlar elbette) bu birlik içerisinde yer almamaları gerektiği yönündeki ifadeleriyle pek güzel desteklemekteler.

Neticeyi kelâm, siyasi, kültürel ve ulusal aidiyetlerin aşınması; geleneksel iletişim biçimlerinin, fetva mercilerinin ve ahlâk ilkelerinin zayıflamasıyla doğru oranda yükselen toplumsal atomizasyon, özellikle de Avrupa göçmenleri, Afrikalı Amerikalılar, mutaassıp beyazlar gibi egemen liberal/laik kültürün seslerini kıstığı insanların dört başı mamur kimliklere ve ahlâki duruşlara duydukları özlemi artırıyor. Bu insanlar, özlemlerine bireysel kimliklerine sarılmak ve dünya ile doğrudan ve birebir ilişkiler geliştirerek kavuşmaya çalışıyorlar. Batı dünyasında neler olup bittiğini anlamak için Prof. Kenan Malik'in şu yorumuna kulak vermekte yarar var: "Kör olduğumu sanmıyorum, umarım deli de değilimdir ama 'Tanrı'nın ölümü' ne kadar doğru idiyse, 'dine dönüş'ün de o kadar doğru olduğunu düşünüyorum. Bence, Tanrı, ne o zamanlar/19.yüzyılda/ ölüydü, ne de şimdi canlı. Değişen bir şey varsa, o da dinin anlamı. Bugün dinin kucaklanıyor olmasının ne Tanrı, ne de dinbilimle ilgisi var; olan biten, 'kimlik' denilen o fevkâlâde dünyevi sorunun tezahüründen ibaret."

Bu denklemde Museviliğin (dolayısıyla İsrail’in) yerine bir bakalım.

Püriter hristiyan şeriatının temeli eski ahite (Yani Tevrata) dayanır. Zaten teknik olarak İsa’nın kendisi de bir museviydi. Bir ırk mı yoksa din mi olduğu tartışmalarının yüzlerce yıldır yapılıp hala cevabını bulamadığı Musevilik kendi dışındaki tüm kavimleri “Yabancı kavimler” olarak niteleyerek İsrailoğullarının dışında, yahudi bir anneden doğmayan hiçbir kimsenin musevi olamayacağı teziyle iyice içine kapanmış bir kavimdir (Öyle diyeceğim artık). Bu nedenle yabancı saydıkları kavimlerle herhangi bir sosyal ilişkiye girmeme ilkesini kesin bir biçimde uygulamışlar ve evlilikleri yasaklamışlardır. Ancak marangozun biri çıkıp Musa’nın deyişlerinin tüm insanlığa maledilmesi gereğini söyleyince, bir de epey bir taraftar bulunca bu kapalı kutunun açılması tehlikesi karşısında Pagan romalılara şikayet edilerek Çarmıha gerilmesini sağlamışlardır. Düşünceler ise bir Yunanlıyla (Aziz Pavlus) Avrupaya sıçramış ve yukarıda anlatılanlar gelmiştir Avrupa’nın başına. İsa’nın İsevi olması mümkün değildi zaten. Bu yüzden hristiyanlığı Museviliğin bir mezhebi olarak görmekte ben bir sakınca görmüyorum. G.W.Bush’ta görmüyormuş zaten.

Dünyada oluşan hristiyan medeniyetinin askeri ve finansal gücü elegeçirmesi ve tahakkümünü tüm dünyaya dayatma çabalarını (Emperyalizm) tekrar irdelemeye gerek yok bu aşamada. Yalnız gelinen durum ekonomi biliminin sınıflar kategorisinden çıkıp sosyoloji biliminin medeniyetler sınıflamasından incelenmeyi de hakediyor. Bu durumda hristiyan (Yahudi-siyonist) kimliği ile özdeşleşen emperyalizmin dünyadaki müslüman halklar üzerindeki baskı ve tahakkümünü tesbit ettikten sonra anti-emperyalist mücadelenin doğal ekseninin islamiyetle özdeş olması da kaçınılmaz görünüyor. Müslümanlar istese de istemese de. Medeniyetler ittifakı üst başlığıyla başlatılan huruç harekatının ne menem bir taktik olduğunu İsrail gerçeği açık etmekte sanki. Bir nevi mutasyona uğrayan dünya işçi sınıfının mücadele azmi ve elindeki silahlar dünyadaki müslüman halklara zorla verilmiş ve yokedilmek korkusuyla bu halklar bu silahlara dört elle sarılmış gibi görünüyor. En azından benim görebildiğim tablo bu.

Bu durumda anti-emperyalist mücadelenin bayrağı hala işçi sınıfında mıdır yoksa nitelik değiştirerek dünyanın müslüman halklarının eline mi geçmiştir düşünmeyi sürdürüyorum kendi adıma.



Gazze katliam günlüğü

11 Ocak 2009 Pazar

5 Ocak 2009 Pazartesi


Katliamlara karşı atkılarımız kefiyemizdir!

Dayan Filistin!
—Siyah-Beyaz atkılarımızı yarana sarmak için buluşuyoruz.

Dayan Filistin!

-‘Tanka karşı taş, savaşa karşı Beşiktaş’ diye haykırarak buluşuyoruz.



6 Ocak 2009
Salı

Saat: 15.30

Barboros Meydanındayız





 
Hakan Kirezci - Templates para novo blogger