Çarşı üzerine (2)

7 Temmuz 2008 Pazartesi

Beşiktaş’ı ilk kez hecelemeye başladığımda o 60 yaşındaydı. İlk kez mabedde izlediğimde ise 75 ine gelmekteydi. Öğrenci sıfatıyla kendimi semte ilk attığımda aldığım ilk nefesi halen hatırlamaktayım. Sonra ki beş yılım Ihlamur (ev)-Akaretler (okul)-Dolmabahçe (tarife ne hacet ki) üçgeninde aktı gitti.

Çarşı ise kızımla birlikte doğdu. Önceleri fazla dikkat çekmeyen bu taraftar grubu gerek kendini ifade biçimiyle olsun, gerekse de verdiği kapalı tribün mücadelesi ile olsun öne çıkmak için fazla beklemedi. Öyle ki artık milyonlarca Beşiktaş’lı kendi ifadesini Çarşı’nın yarattığı dinamizm içerisinde bulmaya başladı; Tabii ben de...

Çarşı’nın tarzı ve ambleminde kullandığı kilit harf bazı kafaları karıştırmadı değil. Gerek sloganlarında ki sol esintiler, gerek 80 öncesi devrimci marşların uyarlanarak tribünlere taşınması ve gerekse de toplumsal duyarlılığı, bu grubun sol dünya görüşü ile etiketlenip sınıflanmaya kalkışılmasına yol açsa da bu durumun eşyanın tabiatı gereği olduğu gerçeğine yavaş yavaş varılmaya başlandı.

Sol, siyasi bir kavram ya da yön olmayıp hayatın doğal akışı sırasında kendine açtığı yataktan ibarettir. Her kim ki kendini bu doğallığa bırakır ve direksiyonu tali yollara ya da paralı otobanlara doğru kıvırmazsa kendini bulacağı yatak zaten işte bu yataktır; Yani bu yatak solun bizatihi ta kendisidir. Çarşı’nın yaptığı da tam olarak budur. Bunun çarpıcı bir örneğini birkaç gün önce yine bir forumda görmüştüm. Bir kardeşimiz kendini A.Türkeşin görüşlerine yakın hissetmesine karşın tribünlerde ki sol slogan ve marşları hem de duygulanarak haykırdığını ifade etmiş. Kendi adıma en çok etkilendiğim yazılardan biriydi.

İşte mevzuu budur. Siyasi olarak kendini solda görmeyen bir kardeşimiz Çarşı’nın tribünlerde kendisini sürüklediği hayatın asıl yatağında yürümekten hiç de rahatsız olmuyor, aksine heyecanla koşturuyorsa fazlaca izahata gerek olmadığını düşünüyorum.

Şimdi asıl meramımı demek isterim. Son dönemde oluşan bir takım adli vukuatın ardında ki adi ya da derin gerçekleri bilmiyorum ve bilmek de istemiyorum. Yalnız beni oldukça rahatsız eden, ötesi üzen bir durum ortaya çıktı ki ona da değinmem gerekiyor.

Çarşı, kendi içerisinde doğal bir hiyerarşisi olan (olması da gereken) bir yapılanmaya sahip. Anlayışla karşılanması şart olan bir durum da yönetilmesi çok çok zor bir yapılanma olduğu gerçeği. Dernek olursunuz, üyeleriniz olur, tüzüğünüz-kurallarınız olur yönetirsiniz. Ancak böyle bir oluşumun yürümeyi seçtiği yol, çalı çırpıya takılmadan, çamura basmadan ya da taşa takılmadan yürünecek bir yol değildir. İşin içindekilerin tümüne Allah kolaylıklar versin ve yolları açık olsun.

Ben ve benim durumumda ki milyonlarla ifade edilebilecek büyüklükteki bir kitle, Beşiktaşlı olmanın, doğal bir Çarşı mensubu olmakla aynı anlama geldiğini düşünür. Bu durum arada sırada tatsız durumları ortaya çıkarma potansiyeli taşısa da genel olarak büyük bir kabul ediştir bu ve inkarı da bir o kadar zordur.

Şimdi demem o ki... Kendini, Beşiktaş’lı olmakla doğal bir Çarşı mensubu gibi gören bir çok kardeşimiz üzerlerine yönlendirilmiş müthiş bir bilgi kirliliği yağmuru altında hayal kırıklıkları yaşayarak dayanaksız yorum ve ithamlarda bulunabiliyorlar. Bunları önlemenin yolunu ilgili ve sağduyulu kişiler bulabilirler ve bulmalıdırlar mutlaka ancak bu yol, kırıcı, küçümseyici ve hatta dışlayıcı olmamalıdır diye düşünmekteyim. Tribün emekçilerinin emeklerine ve bu yolda yapılan tüm feda ve fedakarlıklara saygımız büyüktür. Ama otuz bin kişilik tribünlere kendini çeşitli sebeplerle sığdırmayı beceremeyen milyonlarca Beşiktaş’lıyı dışlamak, onları televizyon taraftarı, lay lay lomcular, çekirdekçiler, sanal ortam demokrasisi yorumcuları, Çarşı’lılıkları kendinden menkul adem babalar olarak görmenin de yukarıda sözünü ettiğimiz yol yatağına yakışır söylemler olmadığı inancındayım. Alınganlığımı bilen bilir. Bu şimdi yine kendine pay çıkarmış diyenler de olacaktır mutlaka ama ben tutkulu bir aidiyet duygusuyla yorum yapan özellikle genç kardeşlerimizin bu şekilde azarlanmasından ve korkutulmasından duyduğum huzursuzluğumu yine de belirteceğim. Sanal ortamın demokrasisinden cesaret alıp sallamanın ötesinde acımasız dezenformasyonun etkisiyle uğradıkları hayal kırıklıklarının tedavisi daha bir bize yakışır olmalıdır demekteyim. Gerçekler mutlaka sonunda ortaya çıkacaktır; Eminim bundan. Ancak unutmayalım ki gecikmiş gerçekler geldiklerinde yerlerinde oturan zorba yalanlarla karşılaştıklarında onları oradan kaldırmak pek kolay olmayabilir.

Sözün özü; Eğer ki Çarşı’nın sahipleri varsa ve kendilerini Beşiktaş taraftarının en dinamik taraftar örgütü, onun eylemci kanadı olarak görüp de geride kalanların, yani bizlerin fazla vıdı vıdı etmeden kendilerini izlemekle yetinmemizi istiyorlarsa bunu beyan ederler ve biz de ne olup olmadığımızı iyice bir anlarız, etliye sütlüye karışmayız. Yok Beşiktaş taraftarının adıysa Çarşı, o zaman her Çarşı mensubunun yani her Beşiktaş taraftarının hak ettiği saygıyı talep ediyorum bu konuda söz söyleme yetkisi olanlardan.

Benim Beşiktaş’lılığım, ruhu şad olsun Mehmet Işıklar kardeşimizin G.Saray tribünlerinde döner bıçağıyla tek başına oturan yanından değil belki ama onun baktığı onlarca sokak köpeğinin ve cezaevi koşullarında beslediği gariban kedi yavrusunun gırtlağından gelmektedir.

Benim meselem Sadece Beşiktaş’tır

0 yorum:

 
Hakan Kirezci - Templates para novo blogger