Endüstriyelleşme üzerine...

8 Temmuz 2008 Salı

Daha önce yazmış olduğum bir yazıda (Neden son barikat?),endüstriyelleşme olgusunun genel hatlarına değinmiş ve “Son barikat” esprisinin anlamını kendimce yorumlamaya çalışmıştım. Şimdi ise bu konuyu biraz daha derinleştirmek niyetindeyim. Hazır şu önümüzde ki on-oniki günlük süreçte gündemimizde Beşiktaş maçı yokken verimli bir tartışma çıkarma şansımız olsun.
Halkın Takımı platformu, genel anlamda endüstriyelleşmiş futbol olgusuna karşıt fikirlerin sunulduğu, Beşiktaş geleneklerinin ve felsefesinin muhafazasını besleme sportif başarıların önüne koyan bir nitelik sergilemekte ve bununla da gurur duymaktadır. Bu anlamda Halkın takımı forumu standart taraftar forumlarından tematik olma özelliğiyle ayrılmaktadır. Halkın Takımı ahalisinin endüstriyelleşmiş futbol üzerine söylenecek bir çift lafı her zaman olmalı ve sloganların da biraz dışına çıkıp, sahip olduğu birikimi bu bir çift lafın temeline harç gibi koyarak onun sağlamlaştırılması amacını gütmeli.
Bu doğrultuda derinleşecek tartışmalardan alınacak olan verimin kalitesi, konulacak tavrın netleşmesine hizmet edebilecektir.
19. yüzyılın ikinci yarısında (1870 ler), nüfusun artması sonucu kentlerin oluşması, ihtiyaçların çeşitlenmesi, icat ve buluşların yoğunluk kazanması sonucu başlayan endüstri devriminin ilk aşaması fabrikaların ve dolayısıyla tarım dışı proleteryanın doğması ve gelişmesini de getirdi. İkinci aşama olan makineleşme, bilgisayarın icadı ve internet sayesinde bugün etrafımızı saran ve adına endüstri devriminin 3. aşaması da denilen Globalleşmeye evrilmiş durumda artık.
Sanayi devrimiyle birlikte sermayenin azınlık elinde birikmesi sonucu oluşan geniş tekel ağları, karteller artık kitlelerin mevcut ihtiyaçlarının karşılanması amacıyla yapılan üretim-tüketim ilişkisiyle yetinmemeye başladı. Yeni ihtiyaç alanları yaratmak, dahası ihtiyaç dışı lüks tüketimi körüklemek amacıyla beslenen yeni trendler, moda, marka yaratmak gibi yollara hızla sapan sermaye birikimi elbette ki milyarlarla ifade edilen büyüklükte bir kitleyi çekim alanına hapseden futbola kayıtsız kalamazdı ve kalmadı da.
Bu aşamada başlayan bir ele geçirme süreci sonucu kitlelere ait olan tüm kulüp yapılanmalarına çeşitli sermaye gruplarınca önce sızıldı ve sonra el konuldu. Kitlelerce futbola ve kulüplerine atfedilen tüm değerlerin yerine yavaş yavaş yeni değerler konuldu ki çıkış noktası, insanoğlunun egemen olmakta en isteksiz olduğu o onulmaz “zafer” duygusudur. Kitlelerin bu duygusunu kaşıyarak itinayla yerleştirilen yeni değerler tıpkı bir tahtakurusu kolonisi becerisiyle, kitlelerin sahip olma duygusunu da koca bir kütük gibi kemirip içi boş kocaman bir kabuğa çevirmiştir bile. Sahip olduğumuzu sandığımız şey artık o şey değildir. Bize sunulan sadece incelikle oyulup süslenmiş, boyası cilası yerinde ama canı olmayan içi boş kuru bir kütükten ibarettir. Kısacası bir “marka” dır artık.
Genel olarak endüstriyel futbola karşı koyduğumuz tavır sloganların ötesine pek geçememektedir. Nasıl geçsin ki? Endüstriyelleşmenin köşkü kapitalizme karşı, en büyük karşıtı işçi sınıfı bile 100 yılı aşkın mücadelesinde, onca gücüne, sendika örgütlerine, ideolojik tabanlı parti teşkilatlarına ve devrimci potansiyeline karşın kısmi zaferlerin dışında kalıcı bir başarı elde edememiştir. Teknolojik gelişme ve sermayenin artık üretimden çok daha karlı hizmet alanlarına yaptığı yatırımlar sonucu eski devrimci geleneği de iyice aşınan işçi sınıfının ideolojisini bile güncellemeye vakit bulamadan pasifize olmaya yüz tutması kapitalizmin tek bir global kutup haline gelmesi sonucunu doğurmuştur artık.

En küçük mahalle takımından başlayarak çok uluslu sermayenin bayraktarlığını yapan dünya takımlarının ve onların dev organizasyonlarının önüne “Barikat” olarak dikilmenin romantik bir ütopya olarak kalacağını anlamak pek zor olmasa gerek. O halde biz neye karşı çıkıyoruz ve neden karşı çıkıyoruz?
Futbol ve onun alyuvarları olan tüm futbol kulüpleri efendileri olan dev endüstri canavarına bizlerden can taşımaya devam edecektir. Büyük ama çok büyük kitleler de bu oyunun gönüllü birer parçası olmayı da sürdüreceklerdir. Tüm bu işgal edilmişlik ve hatta ötesinde dönüştürülmüşlük içerisinde biz ne yapabiliriz?
Yıllar önce İngiltere’de yayımlanan bir futbol dergisinin yaptığı araştırmada Beşiktaş, dünyada felsefesi olan çok az takımdan biri olarak tanımlanmıştır.
Felsefesi olmak... Bu deyişi çok sevdiğim ya da beni daha akıllı gösterdiği için kullanıp durmuyorum. Kendine ait bir felsefesi olmak nadir rastlanan bir özellik. Peki diğer irili ufaklı bir çok takımın bir felsefesi yok mudur? Sorusuna verilecek cevap; Yoktur.
Endüstriyel heyülanın markaları durumunda ki bir çok takım arkalarında ki bu büyük gücün, yani sermayenin felsefesini taşırlar.
Nedir bu felsefe?
-Oyun sadece kısıtlı bir alanda oynanıp bitmez..
-çok önceden oynanmaya başlar ve sadece güçlü olan kazanır. Sahada olan biten sadece sonuçların açıklanma törenidir.
-Bu felsefe sadece kazanmayı kutsar. Herşey kazanmak hedefine göre şekillendirilir, kullanılır ve gerekirse harcanır.
-Gelenekler sadece aşılması gereken alışkanlıklardır. Sermayenin baş döndürücü dinamiği ve çöplük kavgasında geleneklerin yeri yoktur.
-Kuralları mevcut koşullar ve sahip olunan güç belirler. Her türlü ahlak ve adalete ilişkin endişeler zayıflara ve kaybedenlere mazeret teşkil etmekten başka bir işe yaramazlar.
-Güçlerin dengelendiği yerlerde devreye giren kural “win-win” yani kazan,kazan kuralıdır. Yenişemeyen güçler karşılıklı çıkarlarını gözeterek birlikte kazanma adına her türlü işbirliğinden kaçınmazlar.
-Hiçbir şey satılamaz, hiç kimse vazgeçilmez değildir.
-Para eden herşey değerlidir
-Tek değer paradır.

Bir takımın futbol endüstrisinin yoğun ilgisine mazhar olabilmesi için sahip olması gereken potansiyel nasıl hesaplanır?
Ortalama 10-15 milyon taraftarı olan bir kulübün her taraftarı haftalık olarak o kulüp için 50 YTL bütçe ayırırsa hareketli sıcak sermayenin haftalık değeri 500-750 milyon YTL dir. Bu anılan rakam sadece potansiyeldir ve bu potansiyel yatırım yapmaya değer ciddi bir potansiyeldir. Peki nasıl harekete geçirilebilir bu büyük potansiyel?
Önce başarı beklentisinde olan kitlelerin desteği alınarak direksiyona geçilir.
Sonra bu kitleye ceplerinde ki 50 YTL leri harcayabilecekleri seçenekler tasarlanıp sunulur.
Bu iş yapılırken sermaye grupları müthiş bir işbirliği sergilerler. Örneğin;
Formalar için lisans hakkı kulüp adına sabitlenir. Sonra büyük bir markaya imalat hakkı satılır. Markalı olarak imal edilen bu ciciler taraftara satılmaya başlanır. Satışı artırmak için büyük isimlerin peşine düşülüp o formayı sırtına geçirmesi sağlanır. Bu nedenle oyunun ruhuna aykırı olarak belirlenmiş mevkii numaraları oyuncuların plaka numaraları haline getirilir. Artan satışlarla birlikte formaların muhtelif yerlerine yüksek bedellerle reklam alınma şansı yaratılır. Artan gelirler daha büyük transferleri, o da daha çok forma satışını o da daha çok reklam gelirini birlikte getiren ucu açık bir spiral yaratır. Tabii aynı taraftara birden fazla forma satabilmenin yolu da her yıl yeni modeller yaratarak, bunları süslü defilelerle tanıtımını yaparak pazarlamak olarak bulunmuş ve bu eğilim zaman zaman kulüp renklerine müdahale edilebilmesine kadar varmıştır.
Tasarım işte bu.
Bu örneği atkı,bere,saat,şampuan,parfüm,deodorant,polar,pijama,T-shirt,ıvır,zıvır olarak genişletin istediğiniz kadar.
Diğer bir yöntem ise sahip olunan stadyumu büyüterek yerleri peşin satmaktır. Hem böylelikle sezon başının gazıyla tüm sezonun seyirci ortalamasını baştan garanti etmek ve muhtemel başarısızlık halinde ortaya çıkabilecek olan seyirci (müşteri) sayısında ki düşüş riskini en aza indirmek hedeflenmiştir.
Tüm taraftarın stada gelemeyeceği gerçeği üzerine hariçte kalanların maçları izleyebilmeleri için yayın hakkı TV kartellerine pazarlanır ve parası peşinen garanti edilir. Bu parayı riski alan yayıncı kuruluş müşteriden toparlasın artık.
Açıkta kalan kupa ya da hazırlık maçları ise yine başka TV şirketlerine ayrıca satılıp onun da paraları peşin tahsil edilir.
Ne kaldı? Radyodan dinleyenler... Onları da sat artık bu saatten sonra.. Niye ayıp olsun?
Kulüp kısmen sermaye şirketi haline getirilip borsada sözüm ona “Halka!!” satılır ve parası peşin olarak tahsil edilir.
Kulübün sahip olduğu gayrimenkuller teminat gösterilerek bankalardan bol kredi toparlanır ve yukarıda dönen çarka taşıma su olarak eklenir. Hatta kat karşılığı inşaat şirketlerine pazarlanılıp tamamen kurtulunabilir bu hareketsiz değerlerden. İş, paraya dönsün bir an önce...
Devamını öğrenebilmek için aslında bir yönetici yakalayıp onun ağzından dinlemek lazım çünkü benim hayal gücüm sınırlı kalıyor ve bunları tasarlayabilmek için hiçbir profesyonel yardım alma şansım da yok.
Şimdi...
Hiçbir taraftar gücü takımını bu çarkın içinden çekip çıkaramaz. Peki teslim mi olunacak. Eğer ki sahip olduğunuz geleneksel bir felsefeniz, bir duruşunuz mevcut değilse evet; Teslim olacaksınız ve cebinizde ki 50 şer YTL leri de akıtmayı sürdüreceksiniz.
Ya da...
Bu tezgah kapsamında başarı olarak pompalanan tüm sahtekarlıklardan vazgeçeceksiniz.
Kulübüme yardım ediyorum ve kombinemi alıyorum, formamı korsandan almıyorum, lisanslı ürün kullanıyorum, yayıncı kuruluş decoderlerine saldırıyorum ki kulübüm bu kuruluşlar karşısında daha güçlü durabilsin gibi bir anlayışı da bu sahte başarıların kuyruğuna ekleyip kıçına şaplağı basacaksınız.
Ekonomik desteğini yani sermaye karşısında ki endüstriyel değerini yitirmeye başlayan gemiyi en önce terkeden farelerin elinden direksiyonu alacaksınız ve endüstriyel sermayenin karşısına endüstriyel sermaye olarak dikileceksiniz. Ama felsefesini yitirmeden, geleneklerini yanında taşıyarak, mevcut duruşunuzu bozmadan.
Ütopya?.... Belki.
Başarı şansı?.... Belki hiç yok.
Peki sonuç?...
Endüstri canavarının sıradan bir markası olarak var olmak yerine, tarihe o canavarın karşısına dikilmiş son barikat olarak kaydedilmek.

0 yorum:

 
Hakan Kirezci - Templates para novo blogger