Neden son barikat?..

8 Temmuz 2008 Salı

Neden endüstriyel futbola karşı çıkıyoruz?
Son barikat esprisi nedir?
Hakkı, Şeref, gelenekler, duruş gibi kavramlar ile yıldız futbolcu, kazanmak, şampiyonluk, Onu neden isteriz de bunu istemeyizlerin altında neler yatmakta? vb.vb.

Canlının en temel sorunu yaşamını sürdürebilmekse eğer bunun için en temel gereksinimi karnını doyurmaktır. Bunu yaptığı andan itibaren tüketmeye başlamıştır ve böylelikle tüketici sıfatını kazanır. Peki tükettiklerini hazır mı bulmaktadır? Başlarda belki ama ağaçtaki elmayı yemek için bile önce onu ağaçtan koparmanız gerekir. Ya da avlanmak için belirli bir çaba ve araca ihtiyaç duyarsınız Bu da doğal olarak tüketimin karşısına üretim kavramını çıkarmakta.

İhiyaçların çeşitlenmesi, sosyalleşme eğilimi gibi durumlar karşılık olarak üretimin de gelişip çeşitlenmesi sonucunu ve işbirliği kavramlarını doğuruyor. Toplumsal yaşamın gelişmesiyle birlikte ihtiyaçlar da karnını doyurmaktan daha karmaşık tüketim ilişkilerini, bu da daha karmaşık üretim biçimlerini gündeme getiriyor. Tarımsal üretimin yanısıra sanayileşmeyle birlikte kırsal kesimden kısmen kopan emek kentleri ve kır-kent arası coğrafi zorunluluklar da aracı hizmet sınıflarını (Tüccar sınıfı) ortaya çıkarıyor.

İşte sosyalleşmenin kilometre taşlarından en önemlilerinden biri, Daha Türkçesiyle “Zurnanın zırt dediği yer” tam burası oluyor. “Üretim-Emek-Tüketim” doğal sıralamasının yanısıra “üretim-tüketim” yapay sıralamasına şahit oluyor insanlık. Burada eksik olan emek faktörünün yerini üreticiden alıp tüketiciye satarak elde ettiği rantı biriktirip üretici güclere hakim olmaya çalışan sermaye faktörü alıyor. Üretici ile tüketici arasında bir artı değer oluşmasına yol açan bu oluşum tüketim maliyetini de otomatikman artırıyor haliyle. Bu durumda tüketici, ihtiyaçlarını karşılamak için üretim maliyetinin üstünde bir bedel ödemek zorunda kalıyor ki bu fazlalık da sermaye olarak aracı sınıfın elinde birikiyor ve üretim araçlarına hakim olmak için kullanılmaya başlıyor.

İşte tüm bu ilişkiler yumağına kısaca “Ekonomi” diyoruz. Ancak ekonominin bu sözünü ettiğimiz çarklarının düzenli olarak dönmesi için belli ve bağlayıcı kurallara ihitiyacı olduğu da kesindir artık. Peki bu kuralları kim koyacak? Uyulmasını kim denetleyecek? Uyulmadığında ise yaptırım gücü kimde olacak?

Tüm bu soruların ortak cevabı “Devlet” kavramında somutlaşıyor. Yani “İktidar.”

Murphy’nin altın kuralını bilirsiniz. “Altını olan kuralı kor.”

Üretim araçlarını eline geçirmiş ve üretimi tüketiciye yüksek bedelle satan sermaye elbette kendi kurallarını da koymuş ve işlemesini sağlamak için bir çok ara hizmet sınıfını yaratmıştır. (Beslemiştir).

İşte bunu da kısaca “Siyaset” olarak tanımlıyoruz.

Canlının yaşamla doğal ilişkisine bu şekilde yapılan yapay müdahaleler elbette ki kendi öznel sıkıntılarını hatta açmazlarını da birlikte yaratıyor.

Nedir Bunlar?

İktidarı elde tutabilmenin bedeli olan diğer ara hizmet sınıflarını (bunların adını siz koyun artık) beslemek zorunluluğu üretim maliyetlerini artıran ve sermayeden yiyen temel bir faktör olarak sermaye sahibinin karşısına çıkıyor. Bunlara ek olarak yok ücret artışı talepleri, yok grev tehditleri gibi mızmızlanan emekçi tüketicilerin yarattığı sorunlar…Tüm bunları karşılamanın tek yolu tüketimi artırmaktan geçiyor ama temel ihtiyaçları dışında tüketiciye daha ne sunabilirsiniz ki?

Örneğin sanat olabilir mi ?

Ana sanat dallarından biri olan müziği ele alalım. Salt estetik ve teknik kaygılar taşıması gereken müzik sanatı kendi üretimini tüketilmek için değil üst üste konularak biriktirilmek üzere yapmaktaydı. Kültürel miras! Ancak büyük kitlelerin ilgisini çektiği andan itibaren sermayenin de ilgisini çekmiş bulunmaktadır bu verimli saha Büyük kitlelerin yöneldiği bir üretim alanı ürettiklerinin tüketilmesi sağlandığı takdirde kara dönüşebilir mi? Dönüşebilir. O halde estetik kaygıların girift öğrenme süreçleri bir tarafa terkedilerek nitelik yönünden ucuz ama niceliği yüksek ürünlerle kitleye satış yapılabilir. Nitelik kaybı bu ucuz ürünlerin çabucak terkedilerek yenilerine yönelinmesi sonucunu doğurur ve bu da üretimin artırılmasını sağlar.
Dikkat ederseniz artık müzikle ilgili üretilen tüm eserlerin adı ürün, bunların dinlenilmesine tüketmek, dinleyiciye de tüketici denmekte. Diğerlerini size bırakıyorum.

Sermayenin gözü artık kitlelerin eğilim gösterdiği alanlar üzerindedir sürekli.
Çeşitli dallarda spor yapmak için biraraya gelen genç yaşlı bir takım insanların oluşturduğu spor kulüpleri zamanla hızla popüler olmaya başlayan futbolu da bünyelerine aldılar. Basit kuralları, yarışmacı özelliği ve yüksek seyir zevkiyle ön plana çıkan bu oyun birden geniş kitleler tarafından benimsenmeye başladı. Artık kendisine bir takım seçip onun taraftarı olmak, tuttuğu takımının yarıştığı kategoride kazandığı başarılarla kendini özdeşleştirmek, aidiyet duygusunun en serbest yolla ifadesi ve tatminini sağlamak geniş kitlelere fazlasıyla cazip geldi. Tabii bu durum sermayenin de dikkatinden kaçmadı haliyle. Önce ellerinde ki sermayeyi bu tür örgütlenmelerin yönetimini ele geçirmek için kullandılar. Sonra dümenine geçtikleri gemiyi kendi sularında yüzdürmek için her yolu denediler. Daha iyi tesisler, daha iyi malzemeler derken daha iyi oyunculara yüksek paralar verilerek güç dengelerini kendi lehlerine çevirme yarışı, daha çok seyirci için daha büyük stadlar, korsanla mücadele adı altında kitlelerin simgeleştirdiği renkleri, armaları, resmi ürünler halinde sunmak, kitle tabanını geliştirmek için sürekli kazanmaya endekslenmek, diğer sermaye gruplarının adını, rengini, şusunu, busunu bu formaların orasına burasına yamamak, kitlelerin ortak ibadet alanları mabedlerinin adını falancaya satarak değiştirmek, vb.vb.vb.

Şimdi kitle kitle diye andığımız güç nedir ki? Tamamına yakını emeğini değerinden daha ucuza satarak asgari yaşam savaşını veren insanlar topluluğu.

Ürettikleri değerden aldıkları cüz’i bir miktarla maddi varlıklarını sürdürmeye çalışan bu topluluklar manevi birliktelikler yaratarak eksik kalan yanlarını tamamlamaya çalışma özelliği taşırlar. Bu bazen din olur, bazen bir takımın taraftarlığı. Bu üretici güçler bu özelliklerini sadece meta yaratmak için değil bir takım manevi değerler yaratmak içinde kullanırlar. Bu değerlerin toplamına ahlak diyebiliriz. Ahlaki değerlerini farklı farklı simgeleyerek onun arkasında sonuna kadar durmak, onun için herşeyi göze almak gibi bir artı enerjileri her zaman mevcuttur; Eşyanın tabiatı gereği. Örneğin Beşiktaş taraftarı siyah ve beyazda yaşam ve ölümü, acının karanlığıyla erdemin aydınlığını somutlaştırmıştır. Güçlü olmasına karşın tek başına en yükseklerde dolanan, ona buna pek bulaşmayan ama bulaşana da haddini bildirecek kadar cesur ve donanımlı kartalı kendisiyle özdeşleştirmiştir.

Sınıfsal karakterinin dışavurumu olarak da harama el uzatmamayı, adaleti, kazanacaksa hakkıyla kazanmayı, kısacası kendi ahlakının değerlerine bağlı kalmayı her türlü kazanımın üstünde tutmayı şiar bellemiş, içselleştirmiştir.

Peki bütün benzerleri böyle midir? Elbette ki hayır. Emekçi, üretici güçler arasında üst sınıf özlemleri her zaman olmuştur. Onların arasında üst sınıfın mücadele biçimlerini kutsayan, oraya geçmeye, hiç değilse ara sınıflardan birine atlamaya çalışan ve oradan beslenmeyi kendi sınıfının verdiği mücadeleye madden ve ahlaken karşı çıkabilen bir eğilim her zaman olmuştur. Onlarda kendi değerleri doğrultusunda davranan bir merkez etrafında kümeleşerek başka bir taraftar kitlesini oluştururlar ama sonuçta diğerinden bir farkları yoktur. Gördükleri muamele hep aynıdır aynı olmasına da aradaki fark onların bu muameleyi itirazsız kabullenmeleri ve hatta desteklemeleridir. Onlar için diğerleri enayidir; Çünkü diğerlerinin savundukları değerler ne olursa olsun kazanmaya değil adalete yöneliktir; Hakka, Şerefe yöneliktir. Bunlar sermayenin parasıyla beş para etmez kavramlardır. Para eden kazanmaktır, satmaktır.

Sermaye takım tutmaz satın alıp üzerinden kar elde eder. Bu yazıyı okuyan, bu forumda kendini ifade eden hangi arkadaşım vardır ki bir holdingin patronu olsun ve reklam amaçlı kurdurduğu holding takımyla Beşiktaş’ımız maç yaparken Beşiktaş taraftarını dışarda tutarak avantaj sağlamayı hak olarak görsün.

İşte arkadaşlar sermayenin kitlelere ait her alanı birer ticarethane gibi görme süreci futbolun da endüstrileşme sürecidir aynı zamanda. Biz başlarda sadece masum bir ilgiyle başlayıp inançlarımızın simgesi haline getirdiğimiz Beşiktaş’ımızın bu dönüştürülme, ticarethane haline getirilme sürecine karşı çıkıyoruz. Nitelik olarak belirli bir duruşa, görüşe, ahlaka sahip olan insanlar olarak bu duruşumuzu, görüşümüzü, ahlakımızı somutlaştırdığımız Beşiktaş’ımızı, arkasında “Biz” olduğumuz için, bu endüstriyel saldırılara karşı duran en son barikat olarak görmekteyiz. Bizim yücelttiğimiz değerler arasında mafyoz ilişkilerle, kabadayılıkla, ürküterek,korkutarak,satın alarak kazanmak yoktur. Bu tür düşünen ve bu tür mücadeleyi kutsayanların da bu barikatın arkasında yeri yoktur.

Son Barikatın Adıdır Beşiktaş…

0 yorum:

 
Hakan Kirezci - Templates para novo blogger