Hangi büyüklük?... Seçim bizim.

8 Temmuz 2008 Salı

Ticarileşmiş profesyonel spor modelinde tüccarın sermayesini optimize ederek kullanması kadar doğal bir tavır olamaz; Hele de bu tüccar azgelişmişlik çukurunda elinde ki kısıtlı sermayesiyle debelenmekte iken...

Bu modelin ağababası Amerikan modelidir. Amatörlüğün ahlaki kırıntılarının ayaklarına dolanmasından rahatsızlığını daha sesli dillendirmeye başlayan Avrupa ve globalleşmenin tekerleğine sıkışmaya çalışan bizimki gibi azgelişmiş sermayenin bu konuda sert önlemlere başvurması kaçınılmaz görünüyor. Elbette ki tercihler belirlenirken birincil ölçüt en geniş kitlesel tabanlardır ancak şişede ki cin sadece iki dilekte bulunmanıza izin veriyorsa eldeki malzemeyi bu sabit koşula göre kullanmak zorunluluk haline geliyor.

UEFA kupası, sarp arazilerde ki kıymetli madenlerin keşfi ve sarayın süslü bahçesinde teşhiri amaçlı bir organizasyon konumundadır. Zamanında bizim bakımsız tarlamızdan zorla çıkartılan bir UEFA şampiyonluğu istenilen yararı getirmemiştir. Tıpkı bir aralık pompalanan Steau Bükreş balonu gibi o da çabucak sönüp gitmiştir. Avrupa’da oyunların sonuçları, özellikle önde gelen spor olan futbolda, kulüplerin zenginliğinden giderek daha fazla etkilenmektedir. Oyuncu tahsisi sistemi olmadığından zengin kulüpler yetenekli sporcuların kaymak tabakasını kendilerine çekerek rekabet güçlerini arttırabiliyorlar. Bunun sonucu olarak zenginliklerini de daha fazla arttırmak şansına sahip oluyorlar. Zengin kulüpler büyük izleyici kütlesine ve Avrupa kupalarına katılmak ve bunları kazanmak şansına daha fazla sahipler. Ayrıca bu kupaları daha fazla kendilerine özgü kılabilmek için G-14 gibi projeleri de destekliyorlar. Bunun sonucu olarak Avrupa futbolu zenginlerin birinci kümesi ve yoksulların ikinci kümesi gibi bir ayırıma gitmek durumunda kalacak.

İkinci önemli sorun, TV yayıncılığının, kapsamı genişletebilmek için oyunlara daha fazla müdahale eder hale gelmesi. Spor oyunlarının mı yayımlandığı yoksa yayımlanmak için mi spor oyunları yapıldığını ayırmak olanaksızlaşıyor. İlginç bir öneri Avrupa futbolunu tek aralı iki yarım süre yerine üç aralı dört çeyrek süre ile oynamak önerisi. Bu öneri henüz kabul edilmemekle birlikte, gündemde nelerin olabileceğinin açık göstergesi. Dünya kupalarında büyük pazarları etkileyen saat farkları ile başa çıkabilmek için maçların öğle vakti cehennem sıcağında oynanması da gidişatın bir başka göstergesi.

Artık tarım daha bilimsel yöntemlerle yapılıyor Avrupa’da. Global sermaye koparıp almak yerine yerinde beslemenin daha verimli bir yatırım olacağını anladı. Elleriyle besleyip büyüttükleri gürbüz oğlanları Fenerbahçe takdirnameleri getirmeye başladı bile. Bir diğeri de serum bağlanmış güçlenmeye çalışıyor hızla.

Kim dediniz? Beşiktaş mı?

Hani şu milyonlarca taraftarının müşteri olmak yerine sivil toplum örgütü gibi davranmaya çalıştığı, geleneklerden, şereften hakdan sözettiği, yetmiyormuş gibi asıl gücün işbirlikçi sermayeden değil de kendi cep harçlıklarından geldiğini farkeden, globalizmin karşısında kendi özbeöz finansman projeleriyle son barikat olarak dikilen milyonların pençesinde ki şu ayrık otu mu?

Hadi canım siz de...

Avrupalılar da Amerikalılar gibi ticari sporun karanlık yüzü ile tanışıyorlar.

Büyük paraların döndüğü sektörlerde zenginler daha zengin olurken, sporun idealleri ve oyunların dürüstlüğü konusunda giderek kuşkular doğuyor. Bu olumsuz gelişmeler ise daha fazla ve daha heyecanlı oyunlar, görkemli stadyumlar, daha kapsamlı medya yayınları ve imaj yaratan ticari ürünler ile dengeleniyor.

Buna karşılık dürüstlüğün, sporculuğun, tevazunun egemen olduğu geleneksel yapının sürmesini isteyen ve sporun küreselleşmesine karşı olan kesimler de mevcut. Yine de cin şişeden kaçmış görünüyor ve tekrar şişeye sokulması olanakları şimdilik ufuklarda gözükmüyor.

Şimdi karar vermek bize yani taraftara düşüyor.

Hangi büyüklükten sözediyoruz burada?

Büyük markaların ticari soytarı kostümüne sığabilecek bir büyüklükten mi yoksa kendi kucağımızın büyüklüğünden mi?

0 yorum:

 
Hakan Kirezci - Templates para novo blogger